GENEL

“Vergi ile Demokrasi Kültürü Arasında Sıkı Bir İlişki Var”

EKOIQ, 15 NISAN 2019

Vergiler, Türkiye’nin çevresel ve sosyal sürdürülebilirliği için kullanılabilir mi? Bu sorunun peşine düşmüşken, Türkiye’de vergi deyince ilk akla gelen isimlerden, Başkent Üniversitesi’nde öğretim görevlisi, vergi uzmanı, Dr. Ozan Bingöl’le konuşmamak olmazdı. “Vergi Sistemini Anlama Kılavuzu” isimli beşinci kitabı yeni yayımlanan Bingöl, adil ve şeffaf bir vergi sistemi oturtmadan, hiçbir konuda yol almamızın mümkün olmadığını söylüyor…

YAZI: Barış DOĞRU

Vergi dünyanın en sevimli konuların­dan biri değil, hatta en sevilmeyen konulardan biri sayılabilir. Ameri­kan filmlerinde de bunu görürüz, halk türkülerinde de… Ancak kamu yönetiminin, devletin de kamusal hizmetler verebilmesi için en temel gelirlerinden biri vergi değil midir? O zaman genel bir soruyla başlasak: Vergi nasıl tanımlanabilir, vergi ne­dir ve ne değildir?

Değerli hocamız Halil Nadaroğlu’nun da belirttiği üzere, vergi; devletin veya devletten aldığı yetkiye dayanan kamu tüzel kişilerinin kamusal faaliyetlerinin gerektirdiği harcamaları karşılamak ya da kamusal görevlerinin gereklerini yerine getirmek amacıyla ekonomik birimlerden kanunda öngörülen esas­lara uymak kaydıyla ve hukuki cebir altında, özel bir karşılık belirtmeksizin geri vermemek üzere aldıkları parasal tutardır.

Yine Orhan Dikmen hocamız vergiyi, devlet ya da devletin devrettiği vergi koyma yetkisine sahip diğer kamu tü­zel kişilerce fert ve kurumlardan cebri olarak, belirli kurallara göre ve karşılık belirtilmeksizin alınan parasal tutar şeklinde tanımlamıştır.

Bu noktada vergilere yönelik yurttaş­ların tutumunu belirleyen birkaç şey olduğunu söyleyebilir miyiz? Adil bir şekilde toplanıp toplanmadığı ve bunun adil bir şekilde kamu yararı­na kullanılıp kullanılmadığı. Bizim bu konuyu işlememize neden olan iki vakada da yani Sarı Yelekliler ve poşet vergisinde de aynı sorun var. Gördüğümüz kadarıyla iki vergide de bu vergilerin aslında çevresel yarar için yapılmadığı ve adil bir şekilde, gelir seviyesine göre toplanmadığı düşünülüyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Burada iki güzel soru var: Birincisi vergilerin nasıl toplandığı ve ikincisi bu vergi gelirlerinin nasıl harcandığı? Zaten bu soruları yurttaşların geneline yaydığımızda aslında ülkenin birçok kısmına demokrasi kültürü yayılmış olacak. Yani burada bu iki temel so­ruyu bugün ikimizin değil, 82 milyon vatandaşın sorduğunu gördüğümüzde işte o zaman demokrasi kültüründen bahsetmeye başlayabiliriz. Çünkü bir ülkeye gerçek demokrasinin gelebil­mesinin en temel parametrelerinden, göstergelerinden biri budur. Vatan­daşın neye, ne kadar vergi ödediğini bilmesi ve vergilerin nerelere harcan­dığını da sorgulaması gerekiyor.

Bu konuda Türkiye nerede, kötü bir yerde mi?

Tabii ki kötü bir yerde. Neden kötü bir yerde? Bunun iki temel sebebi var. İlk olarak vatandaşta vergi bilinci yok. İkinci temel sebepse devlet. Devlet de vatandaşta bu bilincin oluşmasını çok istemiyor. Niye istemiyor? Örne­ğin siz bugün 5.000 lira brüt maaşla bir yerde çalışıyorsanız, “Kardeşim al şu 5.000 liranın 1.500 lirasını her ay vergi dairesine götür ve yatır” deseniz kimse yatırmaz. Yatırsa bile, bu sefer de verginin farkında olan yurttaş, ne­den bu kadar çok para ödüyorum diye tepki göstermeye başlar. Bizim gibi gelişmekte olan toplumlarda insanlar kesesine dokunulduğu an tepki göster­meye başlıyor. Özgürlükleri kısıtlandı­ğında belli bir grup tepki gösteriyor, hukuki olarak güven duymadığında belli bir grup tepki gösteriyor ama kesesine dokunduğunda herkes tepki gösteriyor. Bakın şaka gibi, 25 kuruş­luk poşet nedeniyle gösterilen büyük tepkiye bakın…

Seçimle ilgili sokak röportajlarını takip etmeye çalışıyorum. AK Parti seçmeninden “Ben artık onlara oy vermeyeceğim” diyenlerin birçoğu­nun poşet vergisini örnek gösterdiği­ni duydum büyük bir hayretle…

2018 yılında ödenen 600 milyarın üze­rinde verginin ne kadar veya nereye harcandığını sorgulamayanlar, poşete 25 kuruş verdiği için hükümete ateş püskürüyor, çünkü bu vergiyi hisse­diyor. Vergiyi hissetmek önemli bu anlamda. O parayı cebinden çıkarıp ödediği an bu uygulamayı sorgulama­ya başlıyor. Vatandaşın aklına sorular geliyor: “Devlet bu 25 kuruşu niye aldı? Çevrecilik için aldı ama bu pa­rayı oraya harcayacak mı?” İkincisi ise “Ben bunu satın alıyorsam, sen niye üzerine reklamını koyuyorsun?” Şimdi şöyle düşünün, bu adam vergilerini, maaşından hissetmeden kesildiği veya her aldığı malın içinde değil de, her zaman gidip kendisi ödese ne olur? İşte o zaman “Bir dakika!” der. Örnek veriyorum, “Bu parayla köprü yapıyor­sunuz, ama bana sordunuz mu? Ben oraya köprü yapılmasını istemiyorum. Bunu bana daha yararlı bir hizmet ola­rak döndür. Yani ben çocuğumu özel okula göndermek zorunda kalıyorum. Köprü mü önemli, eğitimin kalitesini artırmak mı önemli?” diyecek.

O zaman vatandaş şunu talep edebilir: Ben vergimle yapılan yoldan niye üc­retli geçeyim? Bu açıdan vergi yapısını ve vergi dizaynını ne kadar doğru ya­parsanız, aslında vatandaşın hükümete ve devlete güveni müthiş derecede artar. Ama devleti yönetenler olarak mutlak surette belirli ve şeffaf olacak­sınız. Belirlilik şudur: Yıl sonunda ver­gi affı getirmemek. Belirli bir tarihte KDV oranını yükseltip düşürmemek. Şimdi vergilerini normal zamanında ödeyen kaybetmiş oldu. Ya da ben bir ay önce aldım, benden bir ay sonra alan daha az vergi ödedi. Bunlar vatan­daşlar arasında ayrışmaya sebep olan kötü uygulama örnekleri. Vatandaşın devlete güvenini azaltan unsurlar…

Peki, vergi bilinci nasıl kazandırılır?

Avrupa’da kim olursa olsun, 18 yaşını doldurmuş her vatandaş yıl sonunda vergi beyannamesi verir. Beyan esası uzun vadede vatandaşların devlete olan saygısını artıran bir vergi müesse­sesidir. İkincisi, beyannameli mükelle­fiyet, kişilerin verginin farkında olma­sını sağlar. Üçüncüsü ise beyanname verdikçe o ülkenin, o toplumun bir parçası olduğunu, aslında kendisinin ve kendisi gibi üretenlerin yapılan har­camaların birçoğunu finanse ettiğinin farkına varır. Ve yapılan kamu yatırım­larını sorgular. Verimli mi? Gerekli mi? Acil mi?

Bir de dolaylı vergiler var tabii ki. Yani aldığımız malların fiyatlarının içinde saklı olan vergiler. Bu yüzden etiket­lerde vergili ve vergisiz fiyatlarla mut­laka ayrıştırılması lazım. KDV ve ÖTV etiketlerin üzerinde gözükmeli. Böy­lece vatandaş aldığı ürünün içindeki vergi oranını bilebilir.

Avrupa’da istihdam vergilerini, emek üzerinden alınan vergileri düşürüp, kaynak üzerindeki vergileri artırma­yı, böylece istihdamı ve kaynak ve­rimliliğini artırmayı öngören Ex’tax Project isminde bir çalışma var. Ne düşünüyorsunuz bu argüman ve ça­lışma hakkında?

Yıllardır söylüyorum, bir ülkedeki vergi politikaları o ülkedeki iktidarın nasıl bir zihniyeti olduğunu gösterir. Bir başka ifadeyle, vergi politikaları bir devleti yönetenlerin zihniyetlerini gös­teren en net parametrelerdir. Bu nok­tada Ex’tax, doğal kaynakları daha çok vergilendirmeyi, buradan elde ede­ceğimiz vergiyi de işgücü üzerindeki vergileri düşürmek için kullanmayı öngörüyor. Siz bir mala olan talebi kıs­mak için vergi enstrümanını kullanabi­lirsiniz. Vergi oranını artırdığınız anda ona yönelik talep azalır. Tam tersi de yapılabilir.

Ne yazık ki Türkiye daha doğru düz­gün bir vergi sistemini uygulayamıyor. Daha biz bu sistemi oturtamamışken Ex’tax bizim vergi sistemi için birkaç gömlek büyük diye düşünüyorum.

Peki gelişmiş, vergi sistemi oturmuş bir ekonomi, mesela Avrupa için na­sıl değerlendirirsiniz bu öneriyi?

Onlar için tabii olabilir. Doğal kaynak­lara yönelik talebi kısıp, oradan elde edilen gelir emek piyasasına transfer edilebilir. Emek piyasasını teşvik eder­seniz doğrudan istihdam artar, işsizlik azalır, işgücü piyasası hareketlenir…

Aynı zamanda enerjinin daha paha­lı hale geldiğini düşündüğümüzde, enerji verimliliğine yönelik çalışma ve yatırımlar da artmaz mı?

Türkiye’den 1960’lı yıllarda uygula­maya giren Motorlu Taşıtlar Vergisi (MTV) örneğini vereyim. MTV’nin te­mel amacı devlete gelir elde etmektir. Ancak gelişmiş ülke uygulamalarına baktığımızda dışsallıklara odaklanan çevreci boyutunun öne çıktığının gö­rürüz. Karbon salımını azaltmaya dö­nük olarak vergiler önemli bir araçtır. Motorlu taşıtlar vergisi artık pek çok ülkede fiskal boyutu ikinci planda kal­mış, çevreci bir vergidir.

Normalde olması gereken, çevresel negatif dışsallığa neden olan unsurlar üzerindeki yüksek vergileme ile elde edilen gelirlerin en azından bir kısmı­nın çevre için kullanılmasıdır. Bu geli­ri, geniş kapsamlı ağaçlandırma proje­lerine, çevresel etkiyi azaltacak Ar-Ge çalışmalarına aktarırsanız, doğru bir politika uygulamış olursunuz. Ama parayı toplayıp bununla yol yaparsanız bu doğru bir politika olmaz…

Birbiriyle çelişkili iki tavır sergilemiş olursunuz, değil mi?

Evet tabii, vergi o zaman amacından sapmış olur.

Fransa’daki Sarı Yelekliler protesto­ları için de birçok insan bunu söylü­yor. Yani insanlar çok net bir şekilde, çevre vergisi ismiyle gelen akaryakıt zamlarından elde edilen gelirin çevre ve ekoloji yatırımlarına gitmeyeceği­ni biliyorlardı. Çalışan sınıflar bunun için böyle bir tepki verdi…

İnsanlık her yerde aynı. Biraz önce söylediğim noktaya geliyoruz. Vergiyi yöneten ya da vergiyi toplayan devleti yönetenler olarak, verginin belirli ve şeffaf olmasını sağlayamazsanız vatan­daş gün geçtikçe size olan güven duy­gusunu yitirir. Bu sefer de, gerçekten doğru bile yaptığınızda, yalancı çobana dönersiniz. Poşetlerden 25 kuruş aldı­nız, bunun 15 kuruşunun Çevre ve Şe­hircilik Bakanlığı payı olduğunu söy­lemediniz. Vatandaş bunu sonradan öğrendi ve güveni bir tık azaldı. MTV topladılar, yol yaptılar ya da Osmanga­zi köprüsüne gitti. Sürdürülebilir değil bu vergi politikası.

Konuyu poşete getirmeniz iyi oldu. Alınan 25 kuruşun 10 kuruşunun da perakendecilere gitmesi büyük bir rahatsızlık verdi aslında. “Üzerinde reklam olan ve maliyeti de sadece 5 kuruş olan poşetleri bize satıyorlar” diyor insanlar. Yani perakendeci daha önce bedava verdiği bir maldan para kazanıyor ve üzerine reklamını dolaştırıyor.

Konu bazı kısımları hariç olmak üze­re aslında çevresel etkileri düşünül­düğünde doğru ve geç kalınmış bir uygulamadır. Aslında mesele poşetin paralı olması ya da poşetten alınan pa­ranın bir kısmının bakanlığa aktarılma­sı değildir. Mesele belirlilik ve şeffaflık meselesidir. Vergi yapısında da olması gereken şeffaflık ve belirlilik unsurla­rı burada da hiçe sayılmıştır. Maksat gerçekten çevre etkisi idi ise poşet dı­şındaki geri kazanım katılım paylarının (cam kavanoz, akü, pil, atık yağ vb.) alınması neden ertelendi? Sorulması gereken asıl soru budur.

Türkiye’de kolay vergicilik yapılıyor zaten. Toplam vergi gelirimizin %70’i dolaylı vergi. Dolaylı vergi nedir? Göz görmeyince gönül katlanır. İnsanlar 3.000 liraya aldıkları cep telefonunun yarısından fazlasının vergi olduğunu bilmiyor.

Ama vatandaş artık dolaylı verginin de farkına varmaya başladı. Herkes farklı kanallarla yazıyor, çiziyor, söylüyor. Şimdi normal koşullarda aklıselim bir insan beni takip eder mi? İnsan kendi kendini niye mutsuz etsin? Sinemaya giderken Türk Silahlı Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı’na katkı payı öde­diğini bilmek ister mi insan? Böyle sevimsiz bir konuya bu kadar ilgi gös­teriliyorsa, ortada ciddi bir sorun var demektir. Ancak vatandaş neye ne ka­dar vergi ödediğini artık bilmek istiyor.

Batı’da bu kadar yüksek dolaylı ver­giler yok değil mi?

Hayır, yok. OECD ülkelerinde dolaylı vergilerin oranı %33-35. Bizde ise tam iki katı. Ancak dolaylı vergiler adaletsiz de dolaysız vergiler adaletli mi? Hayır. Dolaysız vergilerden bir örnek söyle­yeyim size. Maaşı kaynağında kesilen işçinin ödediği vergi yıllık toplam 83,3 milyar TL. Kurumların ve şirketlerin, yani temel amacı kâr etmek olan ve bunun için finanse edilmiş kurumların ödediği vergi 76-77 milyar TL. Bu 77 milyarın da 30 milyarını zaten ilk 100 sırada bulunan firmalar ödemiş. Bun­ların da çoğunluğu bankalar. Temelde reel kesimin ödediği sadece 40 milyar TL, yani işçilerin ödediğinin yarısı ne­redeyse.


Not: Bu röportaj EKOIQ dergisinden alınmıştır.

1 replies »

Yorum bırakın