Bu sabah 12 yaşındaki yeğenimi aradım. Aradığımda, uzun süredir biriktirdiği harçlıkları ile yeni bir laptop almak için babası ile araştırma yaptığını söyledi. Şöyle ki; yaklaşık 5-6 markanın 20’den fazla modelinin özelliklerini ve fiyatlarını bir excel tablosuna yazmışlar. (Buna literatürde bir nevi fayda maliyet analizi de denilmektedir). Sonrasında bu marka ve modellerle ilgili şikayet, yorum, inceleme gibi konularda araştırma yapmışlar. Tüm bu unsurları dikkate alarak tercih sayısını 3-4’e kadar indirmişler.
Serde maliyecilik var ya, hemen aklımdan “Keşke kamuda da mal ve hizmet alımları şu yukarıda 12 yaşındaki çocuğun kendi parası ile alacağı bilgisayar alımındaki gibi işlese” diye geçirdim. O zaman, en uygun kalitede mal, en uygun fiyata alınırdı. Kamuda israf en aza inerdi. Ama olmuyor. Hayaller dünyasından gerçekler dünyasına döndüm. Demek ki; bir sorun var. Bu sorunun nedenini düşünürken aklıma Milton Friedman’ın harcama matrisi” geldi.
Friedman bu harcama matrisinde aslında temel olarak şu soruya cevap arıyor: Kim, kimin parasını, kim için harcarsa nelere (fiyat-kalite) dikkat eder? Friedman’ın dört tür harcamadan bahsettiği matriste, parayı harcayan ile paranın harcandığı şeyden yararlananın farklılaştığı durumlarda fiyat ve kalite beklentisinin ne şekilde değiştiği ortaya koyulmaktadır.
Tablo 1: Milton Friedman’ın Harcama Matrisi*
Birinci harcama kategorisi: Kişinin kendi emeği ile kazandığı parasını kendisi için nasıl harcadığının örneğidir. Mesela bir laptop alırken hem en kaliteli olanını hem de en uygun fiyata olanını bulmak ve onu tercih etmek gibi. Bu kategoride en uygun fiyat, en yüksek kalite ve verilecek her bir liranın karşılığı önemlidir. En uygun fiyata en iyi kalite arayışı hakimdir.
İkinci harcama kategorisi: Bu kategori biraz daha değişkendir. Örneğin kendi paranızla işyerinizden bir arkadaşınıza doğum günü hediyesi alacaksanız kaliteden ziyade hoşlanabileceği ve fiyatı daha uygun bir ürün tercih edersiniz. Fiyat ön plana çıkar.
Üçüncü harcama kategorisi: Başkasının parasıyla kendiniz için harcama yapmanız halinde ortaya çıkan durumdur. Örneğin şirketin bir yurt dışı seyahatinde görevlendirildi iseniz ve harcama yetkiniz sınırsız ise uçak biletinin sınıfından konaklayacağınız otelin odasına yemek yiyeceğiniz restoranda kadar en yüksek kaliteyi arasınız fiyat sizi çok da fazla ilgilendirmez. Ama bu kategoride bile yine de paranızın karşılığını almak istersiniz, para sizin olmasa bile. Kalite önemli ama fiyat önemsizdir.
Dördüncü harcama kategorisi: İşte bu aslında bize pek de yabancı olmayan bir kategoridir aslında. Başkalarının parasıyla başkaları için harcama yapma durumunu ifade eder. Böylesi bir durumda ne fiyat ne de kalite sizi ilgilendir. Hatta nepotizm bile bu kategoride devreye girer. Bu tabloya baktığımda dördüncü kategoride nedense hep bizim kamu harcama politikamız aklıma geliyor! Siyasetçi, bürokrat para harcarken fiyata bakmıyor, kalite ile ilgilenmiyor. Aslında bu durum sürekli artan vergi yükünü ve beraberinde kamuda tasarruf olmadan vergi yükünün azalmayacağı gerçeğini de ortaya koyuyor.
İşte 12 yaşındaki yeğenim Eren’in harçlıklarından artırdığı parası ile en kaliteli ve en uygun fiyatlı olanı bulma çabası Friedman’ın birinci harcama kategorisinde yer almaktadır. Her kuruşunun değerini bilen ve bu nedenle vereceği paranın karşılığını almaya çalışan bir gençtir Eren. Keşke kamunun parasını harcayanlar da 12 yaşındaki yeğenim kadar ince eleyip sık dokusalardı. Keşke her kuruşun hesabını verebilselerdi. Keşke 83 milyon da ödediği her kuruş verginin peşine düşebilseydi.
Keşke, kamu harcamalarında yolsuzluk ve savurganlığı önlemek için oluşturulan “kamu ihale sistemi” yüzlerce defa değiştirilip, sayısız istisna ile delik deşik edilmeseydi. Mal ve hizmetler, doğru kişilerden en uygun fiyata alınabilse idi. Keşke, bütçe hakkına sahip olması gereken Meclisin denetim fonksiyonu işlese idi. Meclis adına denetim adam gibi yapılabilse idi. Tüyü bitmemiş yetimin hakkı bulunan 83 milyonun parasını, daha maaşı eline geçmeden vergisi kesilen asgari ücretliden alınan paraları çarçur edenlerin yakasına yapışılabilinse idi. Keşke başkalarının parasını başkaları için harcayanlar da gerçek anlamda hesap verebilme zorunluluğuna tabi olabilselerdi.
Keşke, biz de sürekli keşke demek zorunda kalmasaydık.
23.05.2020
Başkent Üniversitesi Öğr. Gör.
NOT: Tüm hakları yazarına aittir. Yazar adı ve vergiyedair.com sitesindeki aktif linki belirtilerek kısmi alıntı yapılabilir. Yazardan izin alınmaksızın aynen yayımlanamaz veya farklı şekillerde kullanılamaz. Aksi davranışlar için gerekli hukuki süreç başlatılır.
Kategoriler:GENEL