BÜTÇE

Tam Bağımsızlık Ancak Ekonomik Bağımsızlık İle Mümkündür

Aslında 1923-1938 arasındaki on beş yıllık maliye ve ekonomi politikalarını anlamak için Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün şu sözlerini okumak yeterli olacaktır;

“Çalışmadan, yorulmadan, üretmeden rahat yaşama yolları aramayı itiyat haline getirmiş milletler; evvela haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini ve daha sonra da istiklal ve istikballerini kaybetmeye mahkumdur.”

İşte bu kısa cümle bile o döneme dair birçok ipucu içermektedir. Üretmenin ve üretenin ekonominin temeli olduğu ve maliye politikalarının da buna göre şekillenmesi gerekliliği açıkça belirtilmiştir. Zaten şu sözleri de bu durumu perçinlemektedir. “Tam bağımsızlık ancak ekonomik bağımsızlık ile mümkündür.” Der. Ve akabinde Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 1923 yılında söylediği şu sözlerle devam etmek isterim;

“Güzel vatanımızı fakirliğe, memleketimizi haraplığa sürükleyen çeşitli sebepler içinde en kuvvetli ve en önemlisi, ekonomimizde bağımsızlıktan yoksun olmamızdır. Memnunluğa ve övünmeye değer ki, bu bağımsızlığı bugün fiilen elde etmiş bir durumda bulunuyoruz. Ancak, fiilen sahip olduğumuz bu bağımsızlığı, düşmanlarımıza şeklen ve resmen de onaylatmak gerekmektedir. Devletin ve milletin son hedefi, işte bu noktayı sağlamaya yönelmiştir. Kuvvetle ümit ediyoruz ki, bu noktayı sağlamada başarı kazanılacaktır. Bu nokta o kadar önemli ki, onu kesinlikle elde edeceğiz!” 
1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 119)

1931 yılında dile getirdiği şu sözlere katılamamak da mümkün değildir.

“Üzerinde yaşadığımız vatanın servet kaynaklarını işletmek ve bu yolla geleceğimizi açmak ve aydınlatmak için alınabilecek olan her önleme başvurulacaktır.”
1931 (Atatürk’ün T.T.B.IV, s. 552)

Son olarak, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 01.11.1936 yılı Meclis açılışında yaptığı bir konuşma aslında Cumhuriyetin ve dolayısıyla da Atatürk’ün vergi politikalarının özeti niteliğindedir. İşte o konuşmadan bir kesit;

“Maliyemiz, sizleri sevindirecek biçimde olumlu ve verimli bir durum göstermektedir. Dengeli gidişe özel önem veren Büyük Meclis, her yıl gelirini fazlası ile sağlamayı başarmaktadır. Bu yıl da gelirin umulduğu gibi gerçekleşeceğine güveniyorum. Hayatı ucuzlatmak gerektikçe, vergileri indirmek politikasını sürdüreceğiz. Tuz, şeker, çimento, hayvan vergilerinde iki yıl içinde yaptığımız cesur indirimler, her bakımdan yararlı olmuştur.

Evet vergi, devletin veya devletten aldığı yetkiye dayanan kamu tüzel kişilerinin kamusal faaliyetlerin gerektirdiği harcamaları karşılamak ya da kamusal görevlerinin gereklerini yerine getirmek amacıyla ekonomik birimlerden kanunla öngörülen esaslara uymak kaydıyla ve hukuki cebir altında, özel bir karşılık belirtmeksizin ve geri vermemek üzere aldığı parasal bir tutardır.

Çocukların ağlayarak doğması gibi, devletler de vergi ile doğar. Devlet demek; ortak ihtiyaçların karşılanması, ortak giderler ve bu ortak giderler için katkıda bulunmak demektir. Tabii bu katkı devletin meşru güç kullanma tekeliyle hukuki cebir altında gerçekleşir. 

Devletlerin vergiyle doğduğu hususu Türkiye Cumhuriyeti’nin doğuşunda da geçerlidir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda 1 numaralı kanununun “Ağnam-ı Resmiyye Kanunu” adında bir vergi kanunu olması tesadüf değildir. Ağnam, koyun anlamına gelmektedir. Ancak vergi literatürü kapsamında bir tür “Küçükbaş Hayvan Vergisi”dir. Diğer devletlerde olduğu gibi, Türkiye’nin temelleri atılırken de vergi ile doğan bir devletle karşı karşıya olduğumuz aşikardır.

Kısaca vergi, devlet olgusu ile birlikte vardır ve onun ayrılmaz bir parçasıdır. Eski çağlardan günümüze kadar vergi hep vardı ve var olmaya devam edecektir.

Sorun veya sorgulanması gereken; bizatihi verginin varlığı değildir, verginin neyin üzerinden, kimden, hangi ölçülerle ve hangi yöntemlerle alındığıdır. Toplanan vergilerin, nerelere, kimlere ve nasıl harcandığı sorunudur.

Özellikle Cumhuriyetin ilk yıllarında, mali disipline önem verilmiştir. 1924-1933 döneminde bütçe denkliğine büyük önem verilmiş ve toplanan vergiyle yapılan harcamalar arasında uyum gözetilmiştir. O dönemki sosyo-ekonomik koşullara rağmen İkinci Dünya Savaşı Döneminde 1939 yılı hariç merkezi bütçe açık dahi vermemiştir.

Çoğu yılda bütçe fazlası verecek şekilde harcama disiplini sağlandığı için vatandaşın üzerindeki vergi yükü azaltılabilmiştir. Örneğin Cumhuriyetin ilk yıllarına gittiğimizde görüyoruz ki o dönemde ve o zor şartlara rağmen yönetim bazı vergilerden vazgeçebilmiştir.

Hatta Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ilk kurulduğu günden bu yana ekonomik açıdan yeniden yapılandırılması zorunluluğu aşikardır. Atatürk de özellikle tarımsal problemlerin çözümü için önemli ölçüde hassasiyet göstermiştir. Atatürk’ün TBMM’nin üçüncü yasama yılının açılış konuşmasında da dile getirdiği sözlerinden bu hassasiyeti daha iyi anlaşılmaktadır. “Türkiye’nin gerçek sahibi ve efendisi, gerçek üreticisi olan köylüdür. O halde herkesten çok bolluk, mutluluk ve varlığa hak kazanan ve buna layık olan köylüdür. Bundan dolayı, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin ekonomik politikası bu önemli amacının sağlanmasına yöneliktir” demiştir. Ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bu talebi İzmir İktisat Kongresi’nde gündeme getirilmiş ve sonuçta aşar vergisinin kaldırılması, yerine de daha adil bir vergi konulması için hükümete öneride bulunulması kararlaştırılmıştır. Cumhuriyet’in ilk yıllarına kadar yürürlükte kalan ve o dönemde toplam vergi gelirlerinin %25’ine yakınını oluşturan aşar vergisi her şeye rağmen 17 Şubat 1925 Salı günü, Meclis’in 58. İçtimasında, 552 sayılı “Aşarın İlgasıyla Yerine İkame Edilecek Vergi Hakkında Kanun” ile kaldırılmıştır.

Bütçe açıklarının konuşulduğu, açıkların trilyonlarca lirayı bulduğu bugünlerde özellikle Cumhuriyetin ilk yıllarını ve Atatürk’ün maliye politikalarının önemini böylece bir kez daha hatırlamış oluyoruz. Savaştan çıkmış bir ulusun her kuruşu en verimli bir şekilde kullanılmıştır. Ülkenin dört bir yanı demir ağlarla örülmüş, bugün sata sata bitiremedikleri sanayi kuruluşlarına yatırım yapılmıştır. En önemli vergi yükü milletin sırtından alınmıştır. Bütün bunlara karşın bütçe fazla vermiştir. Atatürk maliye alanında bize şu dersi vermiştir; mesele çok vergi toplamak değil; milletin alın teriyle verdiği vergilere en verimli şekilde kullanmak, israf etmemek, yolsuzluğa ve usulsüzlüğe izin vermemektir. Özellikle “Denk Bütçe Düzgün Ödeme” ilkesinin benimsenmesi, vergi yükünün düşürülme çabası, gelir dağılımı adaletinin önemsenmesi gibi uygulamaların da aynı doğrultuda gerçekleşmiş olması tartışmasız Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün duyarlı ve dikkatli bir maliye politikasına ilişkin direktiflerinin de bir sonucudur.

Sözlerime son verirken 1923-1938 arasındaki döneme ilişkin son iki yıldaki Atatürk’ün şu iki söylemiyle bitirmek istiyorum;

“Devlet gelirlerinin artırılmasını yeni vergiler koymaktan ziyade, devamlı bir programla mevcut vergilerin konma ve toplanma yöntemlerinin düzeltilmesinde aramak gerekir.”
1937 (Atatürk’ün S.D.1, s. 385)
 
 
“Maliyemiz denk bütçe, sağlam ödeme, vergi sistemlerini mükellef lehine düzeltme ve hafifletme ve millî parayı aynı değerde koruma ilkelerini tam bir bağlılık ve başarıyla izlemekte ve uygulamaktadır.”
1938 (Atatürk’ün S.D.I, s. 353)

Dr. Ozan BİNGÖL

Vergi Uzmanı

Yorum bırakın