Koronavirüs ile Mücadele Paketleri
İçerisinde bulunduğumuz şu zorlu ve meşakkatli süreçte 83 milyon vatandaşın her birinin ayrı ayrı sıkıntılar yaşayabileceğini az çok hepimiz tahmin edebiliyoruz. Ancak buradaki en temel zorluklardan bazılarını öncelik bakımından şöyle sıralayabiliriz; gelir kaybına uğrayan vatandaşlar, evde kalmak zorunda olan ancak evde kalarak faturasını, kirasını, temel ihtiyaçlarını karşılayamayacak olan vatandaşlar, hem salgınla hem de geçim derdi ile mücadele etmek zorunda olan vatandaşlar gibi örnekleri çoğaltabiliriz.
İşte bu ortamda devreye yıllardır vergi ödeyerek bir nevi sigortamız da olan devletimizin girmesi ve baş rolü üstlenmesi gerekiyor ki zaten dünya ülkelerinde de bu durum tam da böyle oldu. Dilerseniz 27 Mart 2020 tarihi itibariyle şöyle bir tablo verelim;
Tablodan görüldüğü üzere maalesef ülkemiz açıkladığı ekonomik istikrar kalkanı paketi ile milli gelire oranla diğer ülkelere göre çok daha düşük bir paket açıklamıştır.
Aslında açıklanan paketin büyüklüğünün yanında kimlere dokunduğu da çok önemlidir. Yani 100 milyar değil de 500 milyar açıklansa bile sadece belli kişi ve zümreleri, belli imtiyazlı grupları kapsıyorsa yine de bir sonuç alamayız böylesi paketlerden. Yazının başında da dile getirdiğim gibi 83 milyon vatandaşı kapsayacak kimseyi mağdur etmemeye gayret edecek en azından böyle bir dönemde daha kapsayıcı olacak bir paket açıklanmalıydı. Ve bu paketin adı da istikrar falan değil ekonomik ve sosyal dayanışma paketi olmalıydı.
Koronavirüsle Mücadele Paketinin Kaynağı Nereden Sağlanacak?
Tabi böylesi durumlarda vatandaşın aklına bir de kaynak ve kaynağın ne olacağı sorusu gelmektedir. Çünkü bugüne kadar kaynağın direkt kendisi olduğunu bilen vatandaş artık kendisinde de şu süreçte kaynak olmadığını fark ettiğinden bu sorunun cevabını aramaya gayret göstermektedir. Biz de kaynak ne? Sorusuna kendimizce yanıt vermeye çalışalım.
Bu tarz olağanüstü dönemlerde devletin bu ani gelişmeler karşısında ek kaynak ihtiyacı hasıl olmaktadır. Bu ek kaynak ihtiyacı durumun ne kadar büyük ve ne kadar ehemmiyetli olması ile orantılı olarak bazen bir yardım kampanyası, bazen yeni bazı vergiler salınması (99 depreminde geçici olarak getirilen ama kalıcı olan özel iletişim vergisi gibi), bazen var olan vergilerin oran ve tutarlarının artırılması, bazen özelleştirme yapılması, bazen zor günler için saklanan ihtiyat akçelerinin kullanılması, bazen bazı fonlara başvurulması, bazen borç alınması ve bazen de para basılması gibi alternatif öneriler geliştirilip sonuca varılabilir. Bizim şu an ki gerçekliğimiz ile konuşacak olursak borç alınması ve para basılması dışında bir alternatif görünmüyor gibi.
Sayın Mahfi Eğilmez hocamın 23 Mart 2020 tarihinde kalem aldığı Çözüm Modern Para Teorisinde mi? başlıklı yazısının son paragrafı aslında konunun özeti şeklindedir.
“Bugün Küresel Geçerliliği Olup Olmadığına Bakılmaksızın Modern Para Teorisine Başvurma Zamanıdır.
Bütün bu gerçeklere karşılık korona virüsün yarattığı olağanüstü koşullar enflasyon tehdidini ikinci plana itmiş bulunuyor. Konu artık enflasyonun denetimi olmaktan çıkmış, yaşamı kurtarmaya, ekonomilerin batmasını önlemeye gelmiş durumda. Türkiye ne yazık ki ‘kefen parası’ olarak kabul edilen Merkez Bankası’nın ihtiyat akçesini ve kârını, gerekliliği son derecede tartışmalı olan Ortadoğu savaşları nedeniyle kullandı. Elde kullanılabilir kaynak olarak yalnızca işsizlik fonundaki kaynak kaldı. O kaynağın bu ekonomik koşullar devam ettiği sürece giderek artacağı tahmin edilen işsizler için kullanılacağı düşünülürse genel çözüm için yararı olacağı beklenemez.
Eğer IMF’ye başvurarak Fon’un korona virüsten etkilenen ülkeler için ayırdığı Hızlı Kredi İmkânından (Rapid Credit Facility) yararlanılması düşünülmüyorsa geriye tek çözüm olarak para basmak kalıyor. Yasa değişikliği yapılarak belirli bir süre ve miktarla sınırlı olmak üzere hazineye merkez bankasından ‘kısa vadeli avans’ kullanım imkânı verilebilir. Kullanılacak bu miktara gösterge faiz uygulanması ve kullanım tarihini izleyerek örneğin bir yılın sonunda geri ödenmesi koşulu getirilebilir. Bu, para basmak demektir. Buna karşılık borç olarak verileceği ve faiz uygulanarak bir yılda geri ödeneceği için enflasyonist etkisinin, ekonominin çökmeye başladığı, talebin düştüğü bu ortamda minimum düzeyde kalacağını tahmin etmek yanlış olmaz.”
Görüldüğü üzere içerisinde bulunduğumuz durum mali disiplini, denk bütçeyi, enflasyonu düşüneceğimiz bir durum değil maalesef. İçinde bulunduğumuz durum bireylerin hayatta kalma, var olma mücadelesidir ve buna tek destek devlet ve devletin atacağı ciddi adımlardır. Görünen o ki mevcut durumda ek kaynak için önümüzdeki günler para basımına gideceğimiz günler olacaktır.
“Halka nakit yardımı yapılması gerek” diyen sayın Atilla Yeşilada 3 gün önceki röportajında aşağıdaki tespitlerde bulundu.
“Dünya ekonomileri büyük bir belirsizliğin ortasında zarar hesaplayıp çıkış yolu ararken, virüse ekonomisinin bağışıklığı çok düşükken yakalanan Türkiye gibi ülkeler için işler daha da zorlaşacağı belirtiyor. Salgının iyi senaryoda Türkiye’ye 20 milyar dolara mal olacağını söyleyen Atilla Yeşilada, çıkışın Merkez Bankası’nın para basması görüşünde. Ayrıca bir resesyona gireceğiz. Daralma yüzde 10 mu olur 15 mi, bu hükümetin atacağı adımlara bağlı. Karantina yaza kadar sürerse kayıp 20 milyar dolar olur. Daha kötü bir senaryoda virüs yazın da devam eder ve Türkiye’ye turist gelmezse 50 milyar doların üzerine çıkar kayıp.”
Nedir para basımı ve sonuçları ne olur?
Öncelikle şunu belirtmeliyim ki bu dönemde ne yapıp edip insanların paraya ulaşmasını sağlamak en temel görevi olacaktır devletlerin. İşte para basımı da bu araçlardan şu an için en uygulanabilir olanıdır. Bu nedenle oluşacak enflasyonun ve paranın değer kaybının en kabul edilebilir yanı da budur.
Karşılıksız para basımı en yalın haliyle enflasyonun ana sebebidir. Kısaca gayrisafi milli hasılada (GSMH) herhangi bir artış olmamasına rağmen, tedavüldeki para miktarının fiziki olarak arttırılması olayına para basma diyebiliriz. Devletlerin Merkez Bankaları marifetiyle para basarak bunu piyasaya sürmeleri şayet bir karşılığı yok ise yapılan bu para arzı paranın kıymetini düşürecektir. Yani böyle bir işlem bugün yapıldığında belki ekim kasım aylarında asgari ücret net olarak yine 2.324 TL olacak ama gerçekte değeri 1.500 TL’ye kadar düşecektir. Yani demem o ki bu para basımını devlet yapacak, enflasyon tetiklenecek, paranın değeri düşecek sonuçta oluşacak bu durumları yine halk karşılayacaktır.
Halkın, enflasyondan dolayı uğradığı reel gelir kaybı da bir bakıma enflasyon vergisidir. Enflasyon, halkı yoksullaştıran gizli bir vergidir! İşte tam da budur enflasyon vergisi.
Andres Erosa ve Gustavo Ventura’nın birlikte kaleme aldığı şu makalede Enflasyon vergisi şöyle tanımlanmaktadır;
“Enflasyon vergisi, devletin bütçe açıklarını para basımı ile finanse etmesinin enflasyona yol açması nedeniyle kişilerin ellerindeki paranın satın alma gücünün tıpkı devlete vergi vermeleri durumundaki gibi azalmasıdır. Enflasyon vergisi, aynı zamanda, kişilerin enflasyon sebebiyle satın alma güçlerinde meydana gelen erimeyi telafi etmek için tüketimlerini kısmalarından doğan kaynağın kamu kesimi tarafından kullanılmasıyla ortaya çıkan bir dolaylı harcama vergisidir.”
Enflasyon Vergisi Kimin Üzerinde Kalır?
İçerisinde bulunduğumuz bu zorlu zamanlar maalesef para basma aracına başvurulacağını göstermektedir. Çünkü her vatandaşın nakde, devletin desteğine, var olmaya, hayatta kalmaya ihtiyacı var. Ama bunun sonucunun da (karşılıksız para basmanın) ciddi bir enflasyon doğuracağı bunun da bir nevi gizli bir vergi olduğunu dile getirdik. Halk bu krizden de kendi payına düşeni yine alacak gibi görünüyor. Keşke bu zor zamanlar için kenarda ayırdığımız zor gün paramız olsaydı. Ve bugüne kadar vergiden payına düşeni alanlar bari bu zor zamanda gelirden de payına düşeni alabilselerdi….
Enflosyan vergisinin yükü kimin üzerinde kalır? sorusu önem kazanıyor. Enflasyon vergisi: Türk Lirasına yatırım yapmış olanın üzerinde kalır. Maaşı, geliri, kazancı TL olanın üzerinde kalır. Yabancı paraya sahip olanlar, döviz tevdiat hesabı sahipleri, altına yatırım yapanlar, gayrimenkule yatırım yapanlar enflasyon vergisi yükünü paylaşmazlar. Hatta bu ortamdan kazançlı bile çıkabilirler. Anlaşılan enflasyon vergisinde de vergi tabana yayılacak.
Sözlerimi bitirirken sevgili Kayahan’ın çok sevdiğim bir parçası geldi aklıma;
“Demek yine bana hüsran
Bana yine hasret var,
Yine bana esmer günler düştü eyvah
Yine bana hüsran bana yine hasret var
Yine bana sensiz günler düştü…”
Galiba önümüzdeki zamanlar, bize de yine bol vergili günler düşecek, eyvah…
27.03.2020
Başkent Üniversitesi Öğr. Gör.
NOT: Tüm hakları yazarına aittir. Yazar adı ve vergiyedair.com sitesindeki aktif linki belirtilerek kısmi alıntı yapılabilir. Yazardan izin alınmaksızın aynen yayımlanamaz veya farklı şekillerde kullanılamaz. Aksi davranışlar için gerekli hukuki süreç başlatılır.
Kategoriler:GENEL
Yurt dışındaki ülkeler de parasal genişleme yapmasına rağmen neden yabancı paraya sahip olanlar, döviz tevdiat hesabı sahipleri enflasyon vergisinden korunabiliyorlar?
BeğenBeğen
Para ve maliye politikalarının uyumu, kriz sonrası piyasaya enjekte edilen paranın tekrar emilmesi sürecinin etkinliği ile ilgili.
BeğenBeğen